info@cerkesya.org
Rus generali Ermolov merhametsizdi. Yaşlı Çeçenleri Dadayurt şehrinin harabe olmuş bölgesine geri gönderecekti. İhtiyar biçâreler, “Fakat biz yaşlıyız, size karşı savaşamayız. Mahzenler de yaşlı kadın ve çocuklar var, lütfen onları serbest bırakın” diye komutandan insani sorumluluğu yerine getirmesi için adeta yalvarıyorlardı. General acımasız bir biçimde kafasını ‘hayır’ diye sallayarak, ‘O çocuklar istikbalde asker olacaklar, kadınlarınız yeni çocuk doğuracaklar ve sizin gibi yaşlılar da onlara savaşmayı öğretecekler” diyor ve daha sonra ağzından korkunç bir emir çıkıyor: “Şehri içindekilerle beraber yok edin”. Ve taş taş üstünde kalmıyor, şehir yerle bir ediliyor.
Çoluk çocuk, ihtiyar, genç, kadın, erkek ayrımı yapılmadan koca bir şehir mezarlık haline geliyor. Evet, 1995’ten bahsetmiyoruz yıllar öncesinden, 1802’den, büyük bir soykırımdan bahsediyoruz. O gün sadece iki çocuk kurtulabilmişti, onlar da henüz merhamet duygusunu yitirmemiş ve bu kanlı katliama fazla dayanamayan iki Rus askeri tarafından. Bu gün Dadayurt yok artık, Çeçenler, bu katliamları birbirlerine anlatıp, kendi dillerinde yazılara döküp istikbale kayıt düşüyorlardı. İslâm Hattatev 23 yaşında çınar gibi bir delikanlı. Simsiyah saçları ve parlayan koyu yeşil kartal bakışlı gözleriyle Kafkasların geçit vermez heybetini andırıyor. Yaklaşık bir saatlik bir görüşmede yeknesak ve ezgi dolu bir ses tonuyla, yağmalanan ülkesi Çeçenistan tarihi hakkında, zaman zaman gözlerimizi yaşartacak suskunluk ve dalgınlığıyla, kendine has aksanıyla İngilizce bize birşeyler anlatmaya çalıştı.
“Yanımda kitaplarım ve arşivim yok. Fakat inanın anlattığım herşey gerçek” diye adeta yemin ediyordu. “Rus hükümetinin gerçekleri değil, benim yıllardır baskı altında tutulan ülkemin gerçekleri bunlar.” İslâm Hattatev; şu an Hollanda’da yaşayan Çeçenlerden biri. Diğerleri, büyük bir iş adamı, olan Eorz Ali İsmailov ile Aslambek A. Kadiyev Çeçenistan’ın resmî görevlisi olarak gece gündüz cephenin batı yakasında anlama kabiliyetini yitirmiş medeni (!) dünyanın önyargılı davranışını giderebilmek için üçlü bir grup olarak Paris, Londra, Lahey, Bonn, Brüksel daha birçok mekanlar arası mekik dokumaktalar. Genç avukat İslâm, uluslararâsı hukuk mastırı için 1994’ün Eylül ayında Leiden Üniversitesi’ne başlamıştı. Şimdi burada yapayalnız, Şu anda kaldığı sade bir odanın penceresinden gözü kilometre-lerce uzakta kalmış ülkesinde, doğduğu köyünde, yerle bir olmuş Grozni’de geziyor.
Babasının, annesinin ve kız kardeşinin kurtuluş ümidini sebepler açısından emniyet telkin eden dağlara bağlıyor. Kısa bir suskunluktan sonra değişmeyen bir ses tonuyla, “Ya da ölmüşlerdir” derken, çaresizlik içinde gözlerinden boncuk boncuk yaşlar boşalıyor. “Ruslar bize ‘hayvan’ (vahşi) diye hitap ederler, ‘vahşi ve katiller’ diye. Ben Moskova Üniversitesi’nde hukuk okudum ama bu hiçbir şeyi değiştirmez, ben onların gözünde hep suçluyum!. Onların gözünde bütün Çeçenler vahşidir; çünkü tarih boyunca biz hep biz kalmak istedik. Onlara hiçbir zaman teslim olmayı düşünmedik ve onların nazarında hep suçlu kaldık. Biliyorum, bizi öldürmeye devam edecekler, yok edene kadar:”
Çeçen tarihine altın harflerle yazılan şeyhi Mansur’un modern zamana bir yansımasını andıran İslam Hattatev anlatmaya devam ediyor:
Sözde bizim emniyetimiz için “her Çeçen evde birkaç Rus askeri yerleşecek” dedi Stalin. Her gün sıcacık yemek ve sıcacık ev. Almanlarla savaşmak da yoktu. Ailelerimiz Rus askerlerin her türlü ihtiyacını görüyordu. Hitler bizim petrolümüzü istiyormuş bu nedenle buraları iyi korumamız gerekiyormuş. Askerler burada uzun, bir süre kalıcıdır demiş Stalin. Emniyet için.
Fakat 23 Şubat 1944 sabahı her Çeçen başında bir süngüyle uyandı, ‘kalkın ve yürüyün’ diyerek bütün Çeçen halkını pijamalarıyla yollara döktüler. ‘Sizi hainler doğru Sibirya’ya’ deniliyordu. Karşı gelen kim olursa, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk anında kurşunlanıyordu. Hatta kafileden, sıradan bir adım geride kalanın üzerine kurşunlar boşaltılıyordu. Ölenleri gömmek isteyenleri bile öldürüyorlardı. Yüzbinlerce insan hayvan vagonlarında Sibirya’nın bilinmez yerlerine sürüldü
Özellikle dağlarda korkunç bir dram yaşandı. Operasyon bir hafta sürecekti! Bu Stalin’in kesin emriydi. Fakat askerler işi zamanında bitirememişti. Dağların yükseklerinde büyük ve güzel bir göl vardır. İşte o gölde yaklaşık 50.000 Çeçen’i kadın, kız, çoluk çocuk boğdular. Böylece Stalin’in emrini zamanında yerine getirmiş oldular. Başka bir yerde 1.000’e yakın insan bir araya toplatılarak, topluca yakılmıştır.
Evet bunları belki hiç duyamamışsınızdır. Ben ne lisede, ne de Moskova’da üniversitede bunları duydum. Bunlar hiçbir yerde yazılmadı. Fakat her Çeçen’in hafızasında bunlar bir film gibi saklıdır. Düşünebiliyor musunuz, bir halk yaşadığı ülkeden sürülsün, her bir kısmının başka bir bölgeye sürülmesi ve tekrar yapılanması ne kadar enerjisini alacaktır o milletin.
1957’de Çeçenler sürgünden ülkemize döndüğünde, doğal hakları olan, hiçbir şeyini kolay kolay geri alamamışlar.Bu da başlı başına ayrı bir problem olmuştur. Çünkü Ruslar bilinçli bir şekilde gelire elverişli yerlerimizi Yahudi ve Ermenilere vermişler ki, geçmişte olan dostluğumuzu kuramayalım ve etnik gruplar arasında hep problem olsun. Mesela benim babam. Önce Sibirya’ya oradan ‘Kazakistan’a tekrar Çişne’ye geldiğinde, evimiz domuzlara ahır olarakkullanılıyormuş. O tekrar yüksek bir paraya oraları satın almış ve şimdi anlatılamayacak ne zorluklar yaşamış. Hâlâ yaşıyor. Dün televizyonda CNN haberlerinde gördüm. Köyümüz bombalanmış, zannederim evlerimiz yıkılmıştır.”
Kalkıp cama doğru yürüyor. Dışarıya bakıyor, içindeki dalgalanmaları, bedenine sığamayışı, bir kafese hapsedilen aslanı andırıyor. “Halkımızın yansından çoğu böylece yok oldu. Rus insanıyla bir kavgamız hiç olmadı bizim. Benim de öyle bir düşüncem yok. Burada Hollanda’da bana yardımcı olan tanıdığım Ruslar var. Çeçenlerin problemi ve anlaşamadığı Rus hükümetidir. Bizim hakkımızda sonu gelmeyen yalanları, bilinçli, art niyetli propagandalarıyla dünyanın gözünde bizi terörist ve mafya ilan etti. Batıyı ve bütün dünyayı da buna inandırmayı başardı. Bunda batının ve medyanın da büyük rolü oldu. Bizim sadece İslâmî kimliğimizi ön plânda tutarak (İslâmî terimlerle kendisini motive eden askerleri göstererek) medya ile dünyaya öyle bir mesaj verdi ki, zaten kafasında İslâm’a karşı belirli bir ön yargısı olan dünyanın, bizi de kafasındaki o çerçevede bir yere oturttu. Bu da zaten Rusya’nın ve bazı güçlerin hedefiydi. Bunda da belirli ölçüde başarılı oldular. “Ateş olmayan yerden duman tütmez” denildi. Böylece dünya ile birlikte siz de bu tuzağa düştünüz.
Dünya bir kez daha akl-ı selimle düşünmeyi bir kenara itti ve ön yargılı davrandı. Bir soykırıma böylece ortak oldu. Hâlbuki bizim yaptığımız şeylerle Rus politikacılarının yaptığı şeyleri yan yana koyup bir kıyas edebilirseniz, halkımızın direnişindeki masumiyetini bütün çıplaklığıyla görebilirsiniz. Fakat dünya bir kere daha çok geç kaldı.”
Duvarda kendi eliyle çizdiği ve derin bir özlemi hatırlatan bir resim. Kafkas sıra dağları ve dağların arkasından doğan, belli ki arzu ettiği hürriyet güneşi. Dolap ve bir çalışma masası ve kitapları. Caddeye bakan çıkıntılı bölmede secde yeri üzerine katlanmış dede yadigârı seccadesi Avrupa’nın bu en medenî ülkesinde sesini ve derdini kimseye duyuramamanın bir ezikliği içinde tek sığınağıydı.
Üniversiteye yakın üç katlı bir binada mütevazı bir oda. İslâm, temiz ve titiz. Asil bir aileden geliyor belli.
“Ailem asırlardır ülkemizi yöneten dokuz boydan birini oluşturuyor. Bayrağımızdaki dokuz yıldız, dokuz boyu temsil eder. Yüz yıllardır ülkemiz bu dokuz boydan seçilen meclisle yönetilir. Çeçenler hiçbir zaman isteyerek başka bir milletin bağımsızlığı altına girmemiştir. Bu nedenle meclisten çıkacak bir kararla bütün Çeçenler silahla ülkesini savunmaya geçer. Hakkımıza tecavüz edilmediği sürece kimseye savaş ilan etmiş değiliz. Babalarımız hiçbir zaman savaş taraftan olmadı. Fakat şimdi inanıyorum ki, eğer babam hayatta ise kesinlikle ülkesi için savaşıyordur. Ben de ülkemde olsaydım şimdi elimde bu kalem yerine silah olurdu.
Ben Çişne’de doğdum. Grozni’ye yakın bir köy. Yüzyıllardır ülkemize başkentlik yapmış ipek yolu üzerinde zengin bir kültür ve ticaret merkezi idi. Yahudi, Ermeni, Asyalı ve Kafkasyalı birçok ırk beraberce yaşıyorduk. Kafkasların hep koruyucusu olduk. Timur’u bile Çişne’yi yağmaladığı halde durdurmayı başardık.” (1369-1404)
Kuzey Kafkasya, Karadeniz ile Hazar denizi arası, yedi cumhuriyetçik ve en az 40 çeşit milletten oluşuyor. Karaçaylar, Kadarbeybalkarlar, Abhazya, Acarlar, Çeçen, İnguş, Osetya, Dağıstan ve daha değişik gruplar. Uzun süreli savaş ve yağmalamalara ve “parçala, böl, yut” taktiğiyle tarihte bilinmeyen soykırımlarla nihayet 1864’te bu bölge Ruslar’ın eline geçer. Direnme 1550’lerde başlar. O zamanlar güçlü bir devlet olan Kırım Hanlığı Ruslar’ın saldırısını önler. Daha sonra 18.
yüzyılda Ruslar tekrar saldırır. Nihayet 1783’te Kırım Hanlığı’nın düşmesiyle zorunlu bağımlılık başlar. 1835’ten 1859’a kadar işgalci Ruslara karşı Çeçenler tarihe destan olacak direnişleriyle Kafkaslara Şeyh Şamil’in destanını yazarlar. 1877’de Çeçenler yine kitle halinde direnişe geçerler ve yine soykırım, harabe şehirler ve toplama kamplarında çile çekerler.
1917 ihtilalinde de Rus taktiği aynı idi. Kafkas halkı yine plânlı bir şekilde sarıldı. Halkların özerk yönetimi ellerinden alındı. Yeniden sunî sınırlar çizildi ve böylece halklar arasında iç savaşlar oluşturuldu. Sonuçta Stalin’in emriyle bilinmeyen yönlere sürgünler ve bilinmeyen yerlerde soykırımlar yapıldı. Şimdilerde komünizmin çökmesiyle Çeçenler’de yeşeren ümit, kafkasları bütünüyle sarmış durumda. İslâm: “Rusların bizi devamlı yönetmeye kalkması beni hiç şaşırtmıyor.
Çeçenistan’ın bereketli ve zengin topraklan var. Ruslar, gelip Çişne’nin yanına yerleştiler, Grozni’ye. Tabii ki, bu bir tehditti.
Çeçen olmayan bazı aileleri oraya yerleştirmeyi başardılar. Zamanla Çişne’nin önemini azalttılar. Sonraki yıllarda çeşitli entrikalarla Grozni yeni başkentimiz oldu.
Bakın size bir şeyi daha açıklayayım: Burada da sık sık karşılaşıyorum, bizi mafya olarak biliyorlar. Rus hükümeti bu elbiseyi bize dünyakamuoyunun önünde güzel giydirmiş. İşin aslı şudur: Biz birbirimize tutkun bir milletiz, 1957 sürgün dönüşünden sonra çok ciddi çalıştık, gençlerimizi hep okuttuk, ticaretle çok ciddi şekilde İlgilendik,kısacası yeniden yapılandık ve bu yönümüzle Rusya’ya yakın zamana kadar ekonomik açıdan birçok katkıda bulunduk. Bunu bütün dünya biliyor.
Ben Moskova’da hem okuyor hem de birçok ticarî işin avukatlığını yapıyordum. Rusya’nın dünyaya açılan kollarıydık adeta. Bu gelişmeden rahatsız olan Rusya, bizi karalamak için karanlık bir senaryo üretti. Sahip olduğumuz zenginliği elimizden almak için bizi mafya ilan etti. Bırakın mafyayı, kötü alışkanlıklarla uzaktan yakından bir alâkamız bile yok. Ben liseyi Çişne’de okudum, üniversiteyi Moskova’da. Tamamen komünizm ahlakıyla donatılmış bir eğitim sisteminde yetiştik. Fakat hafta sonlarında, tatillerde bizim evimiz, bir okul olurdu.
Tarihimizi, kültürümüzü yaşayan kaynaklardan yaşlılarımızdan alırdık. Annelerimiz çocukların eğitimiyle, edepli yetişmesiyle çok yakından ilgilenir. Tatlı bir disiplinimiz vardır. Buna paralel sosyal birkontrol.
“Türkiye’den fazla bir şey bekleyemeyiz, evet halk herşeyi ile bizim yanımızda, bunu buradaki Türklerde de görüyorum, fakat dünyada belirli güçler var. Bu sebeple gönlüm çok şey arzu etse bile Türkiye’nin dikkatli davranmasında yarar var. Ümit ediyorum ki, Türkiye’nin ileriye yönelik plânları vardır. Bizim de zaten diğer Türk cumhuriyetlerinden ve İslâm devletlerinden fazla bir beklentimiz yok. Gözlerimiz ve kalbimiz Türkiye’de.
Buğra Büyük
(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuzdan emin olun. HTML kodları kullanılamaz.
Cerkesya.org Çerkesler ve Kafkasya hakkında güncel haberler, Çerkes Kültürü ile ilgili her türlü görsel ve yazılı materyallerin bir arada bulunduğu, Çerkes Kültürünü gelecek nesillere aktarmayı amaç edinmiş hiç bir kurum ve kuruluşla bağı olmayan sadece Kuzey Kafkasya Halklarına taraf bir portaldır.
Ara 02, 2018 Rate: 0.00
Oca 26, 2019 Rate: 0.00
Oca 25, 2019 Rate: 0.00